Şanlı; âli bir devletin, dört kıtaya hükmetmiş Devlet-i Osmaniye’nin, altıyüz küsür yıl dünyanın değişik coğrafyalarında, yaklaşık 25 milyon kilometrekareye sahip konumda iken,783 bin kilometrekareye hapsolup “biz zamanlar öyle milletmişiz ki” diye başlayan cümlelerlekendimizi teselli, egomuzu tatmin ediyoruz sadece…
Evet bir zamanlar öyle milletmişiz ki ; ‘’onlarca devlete hüküm fermâ, onlarca millete sığınak ve cihangir Asya ordularına kahraman asker olmuşuz. . Özellikle kuruluş ve yükselme dönemlerinde ecdadımızla gurur duymamak mümkün değil. Toplumsal vâkıalar ve içtimai hayata dair kesitler, Osmanlının bu denli büyümesindeki sırlara ışık tutmaktadır. Elbette ecdadı bir kaç cümleye sığdırmak yetmez. Koskoca Devlet-Aliye-i Osmaniye bir köşe yazısına sığmayacak kadar âli ve yüce olması iktizâ eder. İla-i kelimetullah davasının yanı sıra, mensubu bulunduğumuz dinin emri gereği yaşamak ve ortak birçok paydanın gereği olarak dayanışma ve yardımlaşma içinde olmak, Osmanlıyı diri ve ayakta tutan nedenlerden sadece bir kaçıdır. Toplumu ilgilendiren, basit ama manası büyük iki geleneği hatırlamakta fayda var.Sadaka taşları vardı eskiden; genellikle cami veya türbe köşelerinde bulunurdu. Butaşlar Osmanlıda sosyal dayanışmanın bir parçasıydı ve fakirlerinde umut kapısı. Fakirlerdilenmekten, zenginlerse riya ve gösterişten çekindiği için sadakalarını bu taşlara koyar fakirde gece vakti gelip ihtiyacı kadarını alır, geriye kalanını da kendisi gibi başka fakirlere bırakırdı.
Yine; zenginler hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav gibi dükkânlara girer, onlardan zimem defterini, yani veresiye defterini çıkarmalarını isterdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfaların yekûnunu yaptırıp, “Silin borçlarını… Allah kabul etsin” der, çeker giderdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi. Çünkü zenginde borcunu ödediği fakire karşı büyüklük duygusu, fakirden de zengine karşı eziklik duygusu olmaması amaçlanırdı.
Böylesi nâzenin gayelerle dolu bir toplumun devleti de muazzam ve yüce olması gerekmez mi?..İşte böyle bir milletmişiz;dayanışma,yardımlaşma,şefkat,sevgi,rıza-ı ilahi gibi soyut güzellikler toplumu oluşturan ve devletin bekasındaki manevi unsurlardan sadece bir kısmı. Zamanla; azalan güzel gelenekler, yerini gayr-i insanî amaç ve duygulara bırakmış. Güçlünün zayıfı ezdiği, büyük balığın küçüğü yediği, bana değmeyen yılanın bin yıl yaşadığı gibi materyalist düşüncelerle dolu bir toplum haline gelmişiz. Bunun adı ‘yozlaşma’ oluyor herhalde.Kültürel yozlaşma..!Kendi öz değerlerimizden uzaklaşıp, batıkültürünün, ekonomik ve siyasi nedenlerin ve en önemlisi kişisel menfaatlerin ön plana çıkmasıyla fert olarak yozlaşmışız. Her alanda ve özellikle siyasetin hayatımızda önemli bir yer tutmasıyla, değişim hızlıca ve yerle bir etmiş eski gelenekleri. Her ne kadar birçok güzel gelenek kısmen ve fertlerle sınırlı kalsa da, genel olarak bozulmuş bir ahâli haline gelmişiz. Bu kadar yozlaşan bir fertler topluluğunda elbette halk olarak ve ülke olarak yozlaşı içine girmek normal olsa gerek.Siyasetin hayatımızda önemli bir yer tutmasıyla dedik ya; yabana atmayalım bunu.
Türlü örneklerini verebileceğimiz kültürel yozlaşma, aslında siyasal yozlaşma ile paralel yürümüş. Yalan dolan, alavere dalavere,ötekileştirme,kin ve adâvet,siyasi hırs gibi toplumun temeline dinamit koyan men edilmiş davranışlar, en nihayetinde maddeye bağlı maneviyata uzak, kültürel erozyona uğraşmış toplum olduk. Âmâ eskiden rajon böyle değildi. Birlik beraberlik,yardımlaşma,dayanışma,sevgi,saygı hâkimdi. Galiba Siyaset raconu bozdu vesselam…